31 Mart 2012 Cumartesi

Unutursun...


Bu şarkı bana gelsin...

Yarından haber yok, dün bitti
saatler son gunu çalıp gitti
yeminler yaşlandı dudaklarda
düğümlendi derken
söz bitti

vagonlar bir dolup bir boşaldı
kuruyan gozlerim yine yaşardı
sarardı sırayla fotoğraflar
ne hayatlar içimde kaldı

unutursun için yana yana
unutursun ölüm sana bana
zaman basıp kanayan yarana
unutursun, unutursun...


13 Mart 2012 Salı

Karadeniz Pidecisi: Bafra Pide


Bafra Pideyle tanışmam şehir fırsatı sayesinde oldu, çok lezzetli gözüken pidelerin görünüşüne dayanamayıp fırsattan aldım. Almadan önce tabi her zaman olduğu gibi araştırdım Bafra Pide nedir, nerededir, nasıldır.. İstanbul’da 3 yerde bulunmakta, Kozyatağı, Kızıltoprak, Esentepe… bana en yakını Kozyatağındaki, annemle ne yiyeceğimize karar vermekte zorlansak da, patlıcanlı-kıymalı kapalı uzun pide ve kaşarlı-patatesli açık yuvarlak pideden aldık, servis gerçekten hızlı geldi, ve gelen pideler az biraz soğumuş olsa da, çok lezzetliydi.

Bu tecrübeyle birlikte, geçen günlerde yine şehir fırsatında kampanyası çıktı, beğendiğimiz için tekrar aldık, ama bu sefer eve çağırmayalım gidip orada yiyelim dedik, arkadaşımla birlikte Esentepe’deki restauranta gittik (Gayrettepe metrosunda inip biraz yürüyorsunuz) küçük ama şirin bir mekan, çalışanları güleryüzlü, kampanyadan aldığımızı söylediğimizde bile nerden geldiniz siz diye bakmayan insanlar en azından. Hayatımda bu yıl ilkleri yapmaya başladım ben, pastırma sevmem ama içimden pastırmalı yemek geldi, oyüzden pastırmalı-sucuklu-kaşarlı aldım. (istesem ortasına yumurta da koyuyorlar ama ben almadım) üstüne de yine hayatımda ağzıma koymadığım odun ateşinde pişmiş künefe aldık. Pideler gerçekten çok lezzetli yani görüntüsü bile gel beni ye diyor :) okadar büyüktü ki, hepsini bitiremedim bile, üstüne gelen künefeyi de 2 kişi bitiremedik, tıka basa doyarak kalktık.

Bafra Pide, zaten gazete de çıkmış, en ünlü pideciler listesinde 1.ymiş, gidip mutlaka yenilesi pideleri…

P.S: Rakip bankanın reklamını yaptığım zannedilmesin, maalsef Garanti Bankasından reklam almışlar.






7 Mart 2012 Çarşamba

Güllüoğlu klasiği: Sütlü Nuriye


1980 askeri darbenin olduğu dönemlerde, askerlerin belediye aracılığı ile baklavaya tek fiyat uygulaması ile pastaneler maliyetinin altında baklava satmak zorunda kalmış ve bununla beraber zarar eden baklavacılar üretimi bir süreliğine durdurmuş. O sıra Nuriye isimli bir hatun sütlü bir tatlı çıkarmış rivayete göre, pahalı olan ceviz ve fıstık yerine, nispeten diğerlerine göre ucuz olan fındık kullanmış, şekeri az kullanmış ve de su yerine de tatlı ağır çeksin diye süt kullanmış, ve ortaya diğer baklavalara nazaran daha düşük maliyetli bir tatlı çıkmış, iyi ki de çıkmış.

Bundan bir yıl öncesine kadar bu tatlının adını bile duymamıştım ben, ta ki bir arkadaşım beni Karaköy’deki Güllüoğlu’na götürünceye kadar… Baklava denince ilk akla gelen yerlerden birincisi sanırım zaten Güllüoğlu… Zaten içeri giriyorsunuz, hangi baklavadan alacağınızı şaşırıyorsunuz, çeşit çeşit... Ben bir porsiyon sütlü nuriye & fıstıklı tel kadayıf aldım… Baklavayı çok fazla sevmeyen ben, sütlü nuriyeyi bayıla bayıla yedim, hem şerbetli hem sütlü hem şekeri baymıyor, hem ağızda enfes bir tat bırakıyor, mutlaka yenmeli… Zaten en çabuk bu tatlının bitmesinden belli ne kadar güzel olduğu... herkese tavsiye edilir, yiyin, yedirin...

İstanbul'daki nerede ne yemeli listesinden kaldı geriye 98 yer :)








6 Mart 2012 Salı

Moda'da küçücük bir hamburger sarayı: Kırıntı


Geçenlerde internette dolanırken, 2005 yılında Hürriyet gazetesinde yayınlanmış "İstanbul'da nerede ne yemeli" başlıklı bir yazıya denk geldim, arkadaşlarla şöyle bir inceledik, içlerinden en merak ettiğim Moda'daki Kırıntı Cafe oldu. (Bağdat Cad, Nişantaşı, Bebek'te de mevcut ama ilk açıldığı yer Modaymış) O gün bugündür bir yolum düşşe de gitsem diyordum ki, bu haftasonu Ankara'dan arkadaşlarım geldi, Moda'yı hiç gezmemişler, ahaa dedim gitme vakti...

Ben buranın havasına halen alışamadım, sabah kar yağdı, sonra yağmur, sonra güneş açtı, dört mevsimi aynı anda yaşayabilirsiniz yani İstanbul'da... Neyse Moda sahile indik ilk önce, püfür püfür rüzgar, bayağı soğuk bir hava vardı. Sahilde biraz gezdikten sonra, geri Moda'ya dönelim dedik, Kırıntı'nın neresi olduğunu da bilmiyoruz, sahilden yukarı çıkarken orada teyzelerin toplandığı bir yer vardı, sorduk soruşturduk, Ali Usta'nın (ki burayı da yaz gelsin yazıcam, dondurmasıyla meşhur mekan) köşeye geldik, birine sorduk, tam kızcağız cevap verirken, yoldan geçen başka biri de 3 blok ötede diye yardımcı oldu, sağolsunlar, buranın insanı bir garip ama bazen yanlış yol tarif etse de en azından yardımcı olmaya çalışıyorlar. 

Sahile doğru 3-4 blok ilerledik, küçücük bir mekan, adı bile belli olmuyor, yani buranın meşhur olduğunu bilmesem, hayatta girip de bişey yemem, o denli küçük salaş bir yer... Girdik içeri, en az 10 kişi çalışıyor sanırım, ne yiyeceğimiz konusunda çalışanlardan yardım istedik, hamburgerleri meşhur olduğu için, hamburler arasından seçim yaptık. Arkadaşlar gozoburger, ben ise pek fazla etsever biri olmadığım için tavukburger aldım. Hamburgerlerimiz gerçekten çok hızlı geldi, gelmesiyle birlikte görüntüleri sayesinde gözümüz doydu ilk önce :) Sonra da midemiz doydu :) Döke saça yesek de, menüsü olmasa da, gerçekten ne Mcdonald's, ne Burger King, ne de başka bir burgerci, yanına bile yaklaşamaz lezzet konusunda, çok lezizdi. Bütün herkes gidip mutlaka tatmalı...fiyatları da makul diğer yerlerle kıyaslarsak..Zaten beğeneceğimizi umarak gittiğimiz yerden, mutlu mesut karnımız tıka basa doymuş olarak çıktık, herkese tavsiye ederim...

Aklım tiramusularda, salatalarda kalsa da, onlar da inş başka zamana..

P.S: Çok oburum :)




 Gozo Burger


Tavuk burger

2 Mart 2012 Cuma

Biraz değiştim...


Biraz değiştim,
her şey kadar, herkes kadar, sen kadar…
değiştim…

unutamadığım sözlerinin arasında sıkışıyorum,
bir yanım kendimi kolluyor bir yanım seni
ben benimle savaşıyorum,
seninle değil…

sonucu kılıcı kuşananından belli olan bir savaşın,
ne kazanabileni ne de kaybedeniyim…
sorun değil…

elbet alışırım…
biraz alıştım.
her şey kadar, herkes kadar, sen kadar…

alıştım!
varlığını istemediğim tüm eksik yanları
ve çokluğunu da, yokluğunu da istemediğim
iki arada bir derede duyguya alışıyorum…
bir yanım bırak diyor bir yanıma
kesin değil! henüz tanıştık…
her şey kadar, herkes kadar, sen kadar…

tanıdığımı sandığım bana daha yakınım artık
duvarlara anlatırken öğrendiklerim kendi hakkımda
ve aynalarda ağlarken gördüklerim kendi tarafımda
bir yanım memnun oldum diyor,
bir yanım tanıyamadım daha
samimi değil…
bir hayli kırıldım…
her şey kadar, herkes kadar, sen kadar…

canıma batan her halin felç gibi indi bedenime
gözlerimden tut da ciğerlerime kadar kırgınım…
aslında ne sana, ne olanlara…
kendime kırgınım!..
maziye hiç değil, âna kırgınım
anlatamadığım, anlayamadığım masalların bana yaptıklarına
dinlediğim şarkılarda bana seni anımsatan şarkıcılara
beni anladığın kelimelerin bana her şeyi anlatıyor gibi geliyor oluşuna
bir hayli kırgınım…
beni ben kırdım oysa…
iyi değilim.

galiba yoruldum…
her şey kadar, herkes kadar, sen kadar…

kalbime, kalbimi kanıtlamaktan
ve kanıtladığıma kendimi inandırmaktan
ve dahası kocaman bir sahada tek başına koşmaktan yoruldum
aslında ne pişmanım ne de pes ediyorum!..
sadece beni kaybettikçe seni kaybediyorum.
şu kalp denen, beni bana sorgulatıyor artık
ki seni sorgulamamasını nasıl beklerim?!..

toprağa bakan yanım senden zaten ayrı
sana bakan yanımsa toprakla aynı
hıh! ne yaparsan yap, gördüğünün seni görmesini bekleyemezsin!

gözlerim yorgun…
dudaklarım, dudaklarım hissiz…
dokunulmadan geçen yıllar bana ağır…
sarılmadan geçip giden uğurlamaların, kavuşmaları hep beklentisiz
söyleyemediklerini söylesen de şimdi
sesine aşina yanım, onca sessizlikten sonra artık sağır!
isteyerek değil…
çok çalıştım

paylaştığımız hayatımızda bıraktığın onca üstü kapalı git izine
beni yerle bir eden kendince açık olan her tepkiye
ve bence bana tanımadığım bir adamı göstermene rağmen
daha önce de gitmiştim…
çok çalıştım…
paylaştığımız hayatımızda bıraktığın onca üstü kapalı git izine
beni yerle bir eden kendince açık olan her tepkine
ve bende bana tanımadığım bir adamı göstermene rağmen
gitmek için, bitmek için, sana huzur vermek için
çok çalıştım…

daha önce de gitmiştim…
kendi isteğimle…
anladım ki daha önce sevmemiştim!

çok çalıştım inan
değişen yanımın aslında hep aynı olduğunu göstermeye
her defasında daha da tozlanan canımı kırmadan korumaya
ve alışmaya kendime…
bu göz gözü görmez dumanlı halime
çok alışmaya çalıştım hem de…

tanıştım seninle doğan yanımla da, ölen yanımla da
birini yaşattım! yaşatıyorum da hala
ama diğerinin ölmesine engel olamıyorum da
yorulmak, dinlenmekten geçmiyor
an be an çöküyor, insanın içindeki güç
işığı sönüyor…
beyaza dönüyor rengi git gide
hissizleşiyor…

ne yormak istedim seni,
ne de yormak kendimi
çok çalıştım
gitmeye de kalmaya da…
ikisi de aynı acı,
kolay değil…
daha önce de gitmiştim
ama böyle kalarak değil
böyle kalarak değil...

*Çisel Onat

Bu şiiri ben yazmak isterdim...